Olayların, haberlerin,[en çok da bunların] mevcudiyetlerin [muhtarlarda, okullarda, defterdarlık, maliyeler, hastaneler, evrak odaları, kayıt büroları] tasnifi yapılır ama duyguların tasnifi yapılmaz, bu genellikle tasnife uygun olmadığından değildir. Başıboştur duygular, [elbette toplumsaldır ey blogokur, zaten mesele bunda] ancak ortaklaşabilirken kolektif bir reflekse karşılık gelir, ama öte taraftan biraz münzevi yaşanır, sessizce, belki de çaktırmadan. Bizim buradaki mevzuumuzun ışığı daha çok duyguları ilkel anlamda bir tasnife iliştirip iliştiremeyeceğimize göre yakıyor ışıklarını. Bir çekincemiz ise kapitalizm denen medyum aygıtının duyguyla bağının gömülü (embedded) olduğu konusunda yaşanan girilmez/yasak levhalarına gâm oluyor. Ama gene bu değil, asıl iş duygulara bakmak.
Ve elbette bu duygularla ve akılla yürütülen bir çalışma ve soluk alanı olarak edebiyat aklımı çeliyor.
Duyguların tasnifi yapılacaksa bir zamandizin şöyle ilerlemez, veya görünürde şöyle ilerler, ama görünürde de, hallerinde, bedensel tavırlarındadır ve dolayısıyla bu zamandizinde vuku bulan ifadelerle yaşam gitmez, bu açıdan hem örtüktür yani doğrudan bir tanım vermek konusunda çekingendir hem de bunların neyden kaynaklanabileceğine dair bir arayışı gerektirir, olmaklık veya arayış diyebileceğimiz, yanıbaşındalığın temaşası iç içedir ve katmanlaşmıştır;
06,45: Uyandım, huzursuzum
07,00: Kahvaltıda reçel bitmişti. / Tatsızım
07,30: Otobüs çok geç geldi. / Sinirliyim
09,00: Müşterim çok iyi niyetliydi / İyi hissediyorum
10,00: Bu seferki müşterimiz işinin yolunda gitmemesine sinirlenip kurumsal hıncını benden çıkardı. / Hiddetliyim
12,30: Öğle yemeğimde tabaktan kıl çıktı. / Açlık ve tiksinti arasında ince bir çizgideyim.
13,30: Sevdiğim bir ilkokul arkadaşımın trafik kazasında öldüğünü bir başka arkadaşım aracılığıyla öğrendim. / Telaşlıyım
14,30: Hava aşırı sıcak.
16,00: Akşama ne pişireceğimi düşünüyorum, evde ne tür malzemenin, tam olarak neyin olup olmadığını hatırlamıyorum.
17,00: Otobüs çok kalabalık, elimde galiba çok fazla gereksiz torba var.
18,00: Evin kapısını açtığımda küflü bir koku hissettim, burnum sızladı.
18,25: Ne yiyeceğimi bilmiyorum.
19,00: Menemen yaptım ama hiç tadı yoktu.
21,00: Okuduğum kitap çok sıkıcı, TV’de de bir şey yok.
22,00: Artık yatmak zorundayım, kafam çatlıyor.
23,00: Kafam çatladığı için hâlâ yatamadım.
01,00: Neden uyandım bilmiyorum, kafa ağrım biraz düzelmiş gibi.
01,05: Yüzümü yıkayıp, TV’yi açıyorum.
01,30: ……
07,20: Reçel gene almamışım…
daha gömülü bir şekilde ilerler, “tadım yok” ama şu bahisle bir tadım yok, mesele müşterinin kötü niyeti falan değildir, benim kendimi aşırı veya gergin hissedişime hazırlayan yapımdan kaynaklı bir toyluktur, bütün bunların üstesinden bir türlü gelemediğim için, herhangi bir duyguyu adam akıllı bir tasnife sokamıyorum. Ve ayrıca bu veya şu duygudan şu veya bu duyguya (olumludan olumsuza, olumsuzdan olumluya) herhangi bir vesileyle, araçla çarçabuk geçebilirim. Söz gelimi TV’de iyi bir filme, bir spor mücadelesiyle karşılaşabilirim. Ama bunların içinde kendimi halen iyi hissedemiyor olacağım için tam olarak da geçmiş sayılamıyorum. İçinde yaşadığım veya üstünde oturduğum çelimsizliği örtbas etmekten pek bir karşılık alamadım, farklı kulvarlarda top sektiren duygusal oyuncuların yerlerini değiştirmek görünürde kolayken, formel ve kurgusal yönden değişiklik yaratmayacak hatta dezanformasyon oluşturabilecek bir durum görür gibi oluyorum. Daha önce çokça yaşadım, biliyorum bir işe yaramadığını. Ama bir iş edinmek gibi kılavuzu izlemem lazım, çalışıyor olmam lazım, vesaire…
Hemen ardından şu ifadeyi kullanmak ihtiyacındayım, “artık toparlanmam ve bu işin vaziyetine bakmam lazım”. Duyguların; mutsuzum, huzurluyum gibi basit başlıklar altında değil, aynen yaşadığım ve henüz anlayamadığım, ayrıksayamadığım vaziyetler, gömülü durumlar gibi izâh etmem lazım. Bunları işlemem ve öyle üstesinden gelmem lazım. Belli ki buraya yakın bir olay yangın yeri aracını duyan ve mesleki edimlerini bu olay yangın yeri durumları için edinen edebiyatı veya anlatılıcılığı, nasıl yaşıyorum ve bendeki etkileri nedir’e ortaklaştırmam, bir ışık altında yol almam lazım. TV gibi geçici bir çare değil, başlıca bir arayışı işaret edecek herhangi bir yolda olmam lazım, duyguları tasnife sokmak bu vesileyle hem kolay, hem zor hem de bir mücadele olarak vukuu bulacak. Sürekli bir yol var, kolay olaylara hemencecik tav olmayacak bir yol.
Duyguları şurada veya burada, şu veya bu zamanda karşılaştığım haliyle, yani benim de tam olarak ayrıksayamadığım, gömülü halleriyle ayrıksamaya çalışacağım ama bütün bunları gömülü bir şekilde yapacağım. İyi bir çocukluk anımdan bahsedince hemencecik bu çok iyiydi demeyeceğim, buradaki iyi dediğimde ne tür bir iyi var’a bakmak üzere olacağım, trende yolculuktayken ilk kez sevdiği kızın omuzunda uyuyan çocuğun mutluluğu bu demeyeceğim, bu ne tür mutluluktur gibi kendisini belli belirsiz görünür kılan laflar etmeye, mücadeleye girişeceğim. Veya aynı trendeki sevgilinin elli dakika sonra birbirleriyle kavga etme ihtimallerini görmezden gelmeyeceğim. Onları bilmem ne istasyonundan inerken kızın veya erkeğin akrabalarından birinin görme ihtimalini gözardı etmeyeceğim. Matematik dersinde doksan puan alan çocuğun sevincini ve o sevincin olası yatırımını hesaplarken, onbir alan çocuğun hüznü ve hüznün olası yatırımını da hesaplayacağım ve bunları tez bir başlıkla başarılı ve başarısız çocuk olarak “lanse” etmeyeceğim.
Tasnifi nasıl yapacağımız pek de belli değil, erkeğin kızın omzunda uyuduğunda dünyanın en mutlu veya başka türden bir sözcükle adayıyken istasyona indiğinde akrabalarından birinin görmesindeki tedirginliği de hesaba katıp bunun nasıl bir tasnifleme olabileceği konusunda şaşkınlığımı sürdüreceğim. İyi, kötü, çirkin, avare, aşık, kral, serseri, çalışkan, tembel, başarısız, başarılı, yakışıklı, güzel, cömert, sapkın, terbiyesiz, sarhoş, bedevi, mutlu, huzurlu, sinirli, asabi.
Hem yeterince adlandırılamayacağı için, hem de bu adlandırmanın çok kalıcı/zihinsel temsiller barındırabileeğinden korkuyorum, bunun tedirginliğine tedirgin oluyorum. Bu doğru değil, öyle veya böyle şu veya bu halden çıkıp farklı türden bir olayın içine düştüm, düştüm, düştüm… Kimi olayları kendi kolektifliğimle-karşılıklılığımla yaşarken, kimi olaylar istemeyeceğim türden bir aradalıklar taşıyor, sevdiğim bir olayın içinde şu ve bu vaziyetteyken, bilmem kaç dakika sonra kötü aynı durumun uzantısı olarak kötü bir vaziyetin içine düşme ihtimalim olacak ve elbette tam olarak düşmüş olacağım, düşmek bu anlamda istemeden, kestirmeden düşmek. Belki de toplumsal yaşamın kendiliğinden bir ifadesi olarak usulünce düşmek oluyor. Usul demişken sevinç yüklü bir vaziyetten hüzün yüklü bir vaziyete düşme ihtimalimi ve bunun kurgusal yanını bildiğim toplumsalın usulünü biliyor olmam lazım, bu açıdan biraz zamanda geçmesi lazım, neyin ne olduğunu falan biliyor olmam, uslu olmam lazım.
Mesela çokça her söze bulaşan “anlatılmaz yaşanır” laflarını aşırı çirkin bulduğum için bu işe girmek zorundayım. Bütün bunları yapabilmem için iyi bir arayış ve mücadele alanıyla ortaklaşıyorum, duygunun silahıyla silahlanıyorum ve onların elimden ve aklımdan geldiğince tasnife sokuyorum, bu tasnifin ilişkili bir tasnif olması adına özen gösteriyorum…bu sefer bilerek düştüm bir şeylerin içine, şu veya bu şekilde çıkmam lazım…
Bütün bunlar belli-belirsiz yolculuklar dizisini kerteriz alıyor, tanıdık bir şeyler var ama ona eklemlenecek yeni havadislerde var, ortam sözcüğü duygu sözcüğünü biraz sönümlendiriyor gibi? ama gene asıl mesele bakmak meselesinde ürüyor [gibi]...
Bütün bunlar belli-belirsiz yolculuklar dizisini kerteriz alıyor, tanıdık bir şeyler var ama ona eklemlenecek yeni havadislerde var, ortam sözcüğü duygu sözcüğünü biraz sönümlendiriyor gibi? ama gene asıl mesele bakmak meselesinde ürüyor [gibi]...
Mesela, mesele deftardarlıkla bir müzikhol nasıl ayrışıyor birbirinden...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder