Üretkenlik
sözcüğü ve karşıtı tüketmek sözcükleri doğrudan yaşamın maddi tezahürlerinde kaşık
tutarlar. Üretmek yaşamdan alınan ilham veya veçhelerin maddi tezahürlerle
şekillenmesi sonucu potansiyel bir varlık, yani performatif bir süreç kazanır.
Aynı tezgahtan, aynı fabrikadan geçişler ve aşamalar yaşayan ve üretimde bütün
bunların “süreç” olarak kavranmasından temayüller kazanmış olan üretkenlik
bütün bu üretmek sözcüğünü kolaçan
ederken hesapladığı/hesaplanan ve üretmenin koşullarınca şekillenen tüketmek üretimin tesislerinde
üretildiği gibi, maddi hayatın devamında da şekillenir. Dolayısıyla sınırlarımıza
öyle girmektedir ki; günümüzde üretici konumunda kazana kaşık tutan sınai
üretim sistemi çoğunlukla sadece üretimi değil tüketimi, tüketimin boyut ve
veçhelerini, anlaşmazlıklarını, zıtlıklarını da üretebilmek gibi bir hesapkitap
içindedir, bunu sıklıkla yapmak zorundadır zira bütün bir sınai üretimin yakıtı,
çoğunlukla rekabetin genişliğiyle, bu vesileyle canlılık kazanabilir. Bütün
bunların yanında maddi tezahürlere sahip olmayıp, yani sınai üretime henüz
gözünü açmayan entelektüel bir üretkenlikte söz konusudur. Entelektüel sözcüğü
veya kişisi demişken bu sözcüğü Bourdieu’cü manada “kültürel sermayeye” sahip
olanların dışında gündelik hayatta aramak icap eder. Zira okulda veya ailede
doğrudan kalımlı ve uzamlı kılınan entelektüel süreç yerine entelektüel bir
icabiyetin açıklığını içeren sokakta-gündelik hayatın tere otunda aramak icap
eder. Bu açıdan entelektüel kişisini ve entelektüel üretimi sabit konumlar
yerine, dağılan insanın/hatta hayatın dağıtan parçalanmışlığında, hayatın şu
veya bu veçhesinde güneşe, rüzgara veye toprağa vesair farklı bir doğal-tarihsel
bir olaya aldırış eden kişinin sınırlarına müdahil olan bir seyyariye an’a
bakmak icap eder. Düşüngözümüzü -sabit- kitap okumak, kitap yazmak, bilgin veya
alim olmak, ders vermek, şiir veya roman yazmak, kendi işini kendi görmek yerine gündelik hayattaki tere otunda
bulmak gerekiyor, elbette bu esnada derdimiz –illa- yaşamın şu veya burasını
anlamak-aramak icap ederse mümkün olacaktır. Bu açıdan bir semt pazarına,
Cumartesi günü kurulan bir Semt pazarındaki hadiseye ve benzeri hadiselere
düşüngöz atmak gerekir. Hatta öyle ki, bütün bu olaya anını
anlayabilmek/kaydedebilmek için sabahtan başlayarak akşama kadar bütün günü
meşgul etmek gerekir, bu süreci anlayabilmek o kadar uzun sürecektir ki, bu işi
yapmanın “ne anlamı” olabileceğini anlayabilmek-kestirebilmek de oldukça müşkül
bir hâl kazanacaktır, bazen öylesine fark etmiş olacağız ki, “yaptığımız iş
gerçekten bir iş falan değildir”. Entelektüel sözcüğünden-kişisinden renkli olmasını bekliyorsak bu işi
pazardaki renklerin içinde niçin aramayalım? Doğanın muhayyilesiyle içe içe
geçen bir “aşkınlaşma”, “başkalaşma” sürecinde dikkat etmek ve en çok da
dikkati aramak gerekir, bu açıdan saf bir bilgiyi taşıyan entelektüel kadar semt
pazarında yaşı 90’larda olan bir hanımefendinin pazarda tanımadığı birine
yardımcı olmasında da, 10 yaşında ciddi kitaplar okuyan ve çoğunlukla da
vakitlerini kütüphane, sözcükler, kavramlar arasında geçiren genç bir çocuğun huzur
ve huzursuzluklarını, umut ve umutsuzluklarını ve bütün bunları olanaklı kılan
entelektüel sürecine/süreçlere bakmak gerekir. Sosyoloji veya farklı sosyal
bilim alanlarında entelektüel bahsini işlerken: “bütün bunlara sahip olan kişi
entelektüeldir arkadaşlar” deyû tanım yapmak zorunda olan hoca yerine bir
pazardaki, bir inşaattaki, bir çocuğun çıraklığındaki sürece bakmak gerekir. Bu
da elbette süreci, süreçsel bir inşaa olarak müşahede edecek bakışlarda,
düşüngözünde de yata-yatıyor. İmdi, niçin bir marangoza, zanaatçiye entelektüel
demeyelim? Rastladığım metin veya kişilerin anlattıklarında şunlar çoğunlukla
vardı; “iyi bir zanaat erbabı olduğu kadar iyi bir entelektüeldi.” Bu çoğunlukla
mümkün, el işaretini gösterip “ahanda arkadaşlar entelektüel budur” deyip
sabitdurum yerine hareketliduruma bakmak gerekmez mi?
İmdi,
denilecektir ki entelektüel sözcüğü veya kişisi çoğunlukla bunu zaten gündelik
hayata bakarak yapar. Ahmet Hamdi Tanpınar veya Oğuz Atay’ı entelektüel kılan “huzursuzluk”
veya “tutunamama” hali onların çıplaklığını bir türlü
kapatamadığı/kapatamayacağı bir gerekçe olduğu kadar gerçekten sarih bir
üzülmedir de. Çoğunlukla da başkası adına başkasızca, sakınmasızca düşünme. Bu
noktada Uyar giderilmez eksikliğini
tanırım onun derken kast ettiği buralarda bir yerlerdedir. Ama onların
bütün bu huzursuzluğu işlerken aldıkları çiçekler çoğunlukla gündelik hayattaki
olaylarda tebellür ediyordur. Onların bütün herşeyi bırakıp oralarla
ilgileniyor olmasında elbette hakedecek bir sıfat entelektüel olacaktır. Ama
meselemiz çoğunlukla entelektüelin çok görünürde olduğu, çok fazla yer
kapladığı yolunda değildir, entelektüelin baktığı yere, pekala tere otuna
bakılabilir gibi bakılabilecektir. Entelektüelin ne dediğine bakmayı çoğunlukla
yaparız ama entelektüelliğe giden süreçlere bakmayı pek çok kere ihmal ederiz,
[şu noktada bakarsak bile entelektüel sözcüğe-kişisinin yanında/birlikte
yaparız. Çoğunlukla oto/biyografik metin ve günlükler bu vaziyeti görürler] bir
gencin kitaplara aylık olarak ayırmak zorunda kaldığı paraya, vaktini meşgul
ettiği ve sonrasında onu neş’et eden olaylara bakmak, en azından entelektüel
tarihi not defteriyle tutmak bu hayatı, bu hayattaki bir sözcüğü veya kişiyi
anlamak noktasında bize tertemiz bir havadis sunacaktır. Şu noktada gene bir
entelektüel Turgut Uyar niçin bir şiirine hızla
gelişecek kalbimiz demiş olsun ki? Gramsci’nin organik entelektüel bahsi vardır, tere otundan veya pazı otundan,
pekala işini, “işin erbabı” olarak yerine külfetsiz olarak getiren zanaatçiden
niçin entelektüel olmasın? Ki zaten çoğunlukla o yöne doğru elimizde mum
ışığıyla yol alacağız! Sınai üretim entelektüel üretimi de ipotek altına alıyor
gibi.
Hayatın
şuralarda bir yerlerde olduğunu
çoğunlukla bilmeyiz, zira bu üzerine belli bir miktarda –“boşa”- bahis/felsefe
müşküliyatı gerektirir, ülkede Felsefe deyince “amanın!”, “görürsen, yanında
kaç oğlum” diyebilecek çok aile ve insan tanıdığım için bu işi yapmak sosyal
bilimlere düşüyor gibi. Ayrıca, şu noktada hiç farkı yok entelektüel sözcüğü ve
kişisi “ahanda şudur arkadaşlar” diyen ve çocuğuna “hemen kaç yanından oğlum”
uyarısı yapan insandan. Dolayısıyla entelektüeli hızla gelişecek kalbimiz diye bir şiirde, olayda, hayatın içinde
aramak gerekir. Burası pekala bir pazaryeri olabilir! Entelektüel ürekenliği
olmayan bir toplumdan bir halt olmaz, büyüklerimizden böyle öğrenmedik ama
böyle hissediyoruz, zamanını boşluğa yuvarlamayan bir toplumda çoğunlukla da
eksiktir. Ama eksiklik önemli bir şey. Öyle değil mi? Uyar, taa bilmem kaç
yılından benim sarandünyama giriyor az şey değil bu? Bunun mecburen farkına
varmayabilirim ama bu benim varlığımı genişletebilmem için elzem bir üretsel
süreç. Bunu yaparken entelektüli hem büyütüyor hem de yerin dibine sokuyoruz da
gibi geliyor bana. Ama bu öyle hemen karar verilmesi gereken, bir alım-satıma
dahil olan bir malzemenin müşahedesi değil. Varlığın müşahedesi, değişimin, yer
yer direnmenin. Neyin, ne olmadığının. Mananın…Uzaktaki yakının…İtirazın,
sakınmasız başkasızca…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder