24 Ocak 2015 Cumartesi

Üretkenliğin Zarureti: Entelektüel Üretkenliğin Tere Otundaki Veçhesi


Üretkenlik sözcüğü ve karşıtı tüketmek sözcükleri doğrudan yaşamın maddi tezahürlerinde kaşık tutarlar. Üretmek yaşamdan alınan ilham veya veçhelerin maddi tezahürlerle şekillenmesi sonucu potansiyel bir varlık, yani performatif bir süreç kazanır. Aynı tezgahtan, aynı fabrikadan geçişler ve aşamalar yaşayan ve üretimde bütün bunların “süreç” olarak kavranmasından temayüller kazanmış olan üretkenlik bütün bu üretmek sözcüğünü kolaçan ederken hesapladığı/hesaplanan ve üretmenin koşullarınca şekillenen tüketmek üretimin tesislerinde üretildiği gibi, maddi hayatın devamında da şekillenir. Dolayısıyla sınırlarımıza öyle girmektedir ki; günümüzde üretici konumunda kazana kaşık tutan sınai üretim sistemi çoğunlukla sadece üretimi değil tüketimi, tüketimin boyut ve veçhelerini, anlaşmazlıklarını, zıtlıklarını da üretebilmek gibi bir hesapkitap içindedir, bunu sıklıkla yapmak zorundadır zira bütün bir sınai üretimin yakıtı, çoğunlukla rekabetin genişliğiyle, bu vesileyle canlılık kazanabilir. Bütün bunların yanında maddi tezahürlere sahip olmayıp, yani sınai üretime henüz gözünü açmayan entelektüel bir üretkenlikte söz konusudur. Entelektüel sözcüğü veya kişisi demişken bu sözcüğü Bourdieu’cü manada “kültürel sermayeye” sahip olanların dışında gündelik hayatta aramak icap eder. Zira okulda veya ailede doğrudan kalımlı ve uzamlı kılınan entelektüel süreç yerine entelektüel bir icabiyetin açıklığını içeren sokakta-gündelik hayatın tere otunda aramak icap eder. Bu açıdan entelektüel kişisini ve entelektüel üretimi sabit konumlar yerine, dağılan insanın/hatta hayatın dağıtan parçalanmışlığında, hayatın şu veya bu veçhesinde güneşe, rüzgara veye toprağa vesair farklı bir doğal-tarihsel bir olaya aldırış eden kişinin sınırlarına müdahil olan bir seyyariye an’a bakmak icap eder. Düşüngözümüzü -sabit- kitap okumak, kitap yazmak, bilgin veya alim olmak, ders vermek, şiir veya roman yazmak, kendi işini kendi görmek yerine gündelik hayattaki tere otunda bulmak gerekiyor, elbette bu esnada derdimiz –illa- yaşamın şu veya burasını anlamak-aramak icap ederse mümkün olacaktır. Bu açıdan bir semt pazarına, Cumartesi günü kurulan bir Semt pazarındaki hadiseye ve benzeri hadiselere düşüngöz atmak gerekir. Hatta öyle ki, bütün bu olaya anını anlayabilmek/kaydedebilmek için sabahtan başlayarak akşama kadar bütün günü meşgul etmek gerekir, bu süreci anlayabilmek o kadar uzun sürecektir ki, bu işi yapmanın “ne anlamı” olabileceğini anlayabilmek-kestirebilmek de oldukça müşkül bir hâl kazanacaktır, bazen öylesine fark etmiş olacağız ki, “yaptığımız iş gerçekten bir iş falan değildir”. Entelektüel sözcüğünden-kişisinden renkli olmasını bekliyorsak bu işi pazardaki renklerin içinde niçin aramayalım? Doğanın muhayyilesiyle içe içe geçen bir “aşkınlaşma”, “başkalaşma” sürecinde dikkat etmek ve en çok da dikkati aramak gerekir, bu açıdan saf bir bilgiyi taşıyan entelektüel kadar semt pazarında yaşı 90’larda olan bir hanımefendinin pazarda tanımadığı birine yardımcı olmasında da, 10 yaşında ciddi kitaplar okuyan ve çoğunlukla da vakitlerini kütüphane, sözcükler, kavramlar arasında geçiren genç bir çocuğun huzur ve huzursuzluklarını, umut ve umutsuzluklarını ve bütün bunları olanaklı kılan entelektüel sürecine/süreçlere bakmak gerekir. Sosyoloji veya farklı sosyal bilim alanlarında entelektüel bahsini işlerken: “bütün bunlara sahip olan kişi entelektüeldir arkadaşlar” deyû tanım yapmak zorunda olan hoca yerine bir pazardaki, bir inşaattaki, bir çocuğun çıraklığındaki sürece bakmak gerekir. Bu da elbette süreci, süreçsel bir inşaa olarak müşahede edecek bakışlarda, düşüngözünde de yata-yatıyor. İmdi, niçin bir marangoza, zanaatçiye entelektüel demeyelim? Rastladığım metin veya kişilerin anlattıklarında şunlar çoğunlukla vardı; “iyi bir zanaat erbabı olduğu kadar iyi bir entelektüeldi.” Bu çoğunlukla mümkün, el işaretini gösterip “ahanda arkadaşlar entelektüel budur” deyip sabitdurum yerine hareketliduruma bakmak gerekmez mi?

İmdi, denilecektir ki entelektüel sözcüğü veya kişisi çoğunlukla bunu zaten gündelik hayata bakarak yapar. Ahmet Hamdi Tanpınar veya Oğuz Atay’ı entelektüel kılan “huzursuzluk” veya “tutunamama” hali onların çıplaklığını bir türlü kapatamadığı/kapatamayacağı bir gerekçe olduğu kadar gerçekten sarih bir üzülmedir de. Çoğunlukla da başkası adına başkasızca, sakınmasızca düşünme. Bu noktada Uyar giderilmez eksikliğini tanırım onun derken kast ettiği buralarda bir yerlerdedir. Ama onların bütün bu huzursuzluğu işlerken aldıkları çiçekler çoğunlukla gündelik hayattaki olaylarda tebellür ediyordur. Onların bütün herşeyi bırakıp oralarla ilgileniyor olmasında elbette hakedecek bir sıfat entelektüel olacaktır. Ama meselemiz çoğunlukla entelektüelin çok görünürde olduğu, çok fazla yer kapladığı yolunda değildir, entelektüelin baktığı yere, pekala tere otuna bakılabilir gibi bakılabilecektir. Entelektüelin ne dediğine bakmayı çoğunlukla yaparız ama entelektüelliğe giden süreçlere bakmayı pek çok kere ihmal ederiz, [şu noktada bakarsak bile entelektüel sözcüğe-kişisinin yanında/birlikte yaparız. Çoğunlukla oto/biyografik metin ve günlükler bu vaziyeti görürler] bir gencin kitaplara aylık olarak ayırmak zorunda kaldığı paraya, vaktini meşgul ettiği ve sonrasında onu neş’et eden olaylara bakmak, en azından entelektüel tarihi not defteriyle tutmak bu hayatı, bu hayattaki bir sözcüğü veya kişiyi anlamak noktasında bize tertemiz bir havadis sunacaktır. Şu noktada gene bir entelektüel Turgut Uyar niçin bir şiirine hızla gelişecek kalbimiz demiş olsun ki? Gramsci’nin organik entelektüel bahsi vardır, tere otundan veya pazı otundan, pekala işini, “işin erbabı” olarak yerine külfetsiz olarak getiren zanaatçiden niçin entelektüel olmasın? Ki zaten çoğunlukla o yöne doğru elimizde mum ışığıyla yol alacağız! Sınai üretim entelektüel üretimi de ipotek altına alıyor gibi.

Hayatın şuralarda bir yerlerde olduğunu çoğunlukla bilmeyiz, zira bu üzerine belli bir miktarda –“boşa”- bahis/felsefe müşküliyatı gerektirir, ülkede Felsefe deyince “amanın!”, “görürsen, yanında kaç oğlum” diyebilecek çok aile ve insan tanıdığım için bu işi yapmak sosyal bilimlere düşüyor gibi. Ayrıca, şu noktada hiç farkı yok entelektüel sözcüğü ve kişisi “ahanda şudur arkadaşlar” diyen ve çocuğuna “hemen kaç yanından oğlum” uyarısı yapan insandan. Dolayısıyla entelektüeli hızla gelişecek kalbimiz diye bir şiirde, olayda, hayatın içinde aramak gerekir. Burası pekala bir pazaryeri olabilir! Entelektüel ürekenliği olmayan bir toplumdan bir halt olmaz, büyüklerimizden böyle öğrenmedik ama böyle hissediyoruz, zamanını boşluğa yuvarlamayan bir toplumda çoğunlukla da eksiktir. Ama eksiklik önemli bir şey. Öyle değil mi? Uyar, taa bilmem kaç yılından benim sarandünyama giriyor az şey değil bu? Bunun mecburen farkına varmayabilirim ama bu benim varlığımı genişletebilmem için elzem bir üretsel süreç. Bunu yaparken entelektüli hem büyütüyor hem de yerin dibine sokuyoruz da gibi geliyor bana. Ama bu öyle hemen karar verilmesi gereken, bir alım-satıma dahil olan bir malzemenin müşahedesi değil. Varlığın müşahedesi, değişimin, yer yer direnmenin. Neyin, ne olmadığının. Mananın…Uzaktaki yakının…İtirazın, sakınmasız başkasızca…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder