4 Aralık 2014 Perşembe

Bir Seyyare Hüzün!

Ümit Kıvanç/gecetreni:"Farklı Tempolar"

Hüzün olarak kurgulanmış bir zamanın içindeyim, evden dışarı çıkıyorum. Veya evdeyken dışarı çıkıp gezmeme aldırmayan, aldırışsız, duru, ama bir o kadarda cevelan bir zihnimle dışarıdayım. Bedenim, kapladığım arısıkıntıyla evin içindeyim ama bir o kadarda keyif zamaniçindeymişim gibi, hem içeride, hem de dışarıda. Neyden kaçtığımı bilmediğim gibi, neye kaçtığımı da bilmiyorum. Bir özlem vakti, ama özlemin yolu hızlı mı, yavaş mı, suyun üstünde bir özlem mi, yoksa tozlu bir özlem mi henüz belli değil. Tam bir hüzün vakti diyorum, sonra. Sonrası derken, kavuşacakmışım gibi. Bütün bunlar önceden zihnimde ölçüp biçilmiş şeyler gibi, bir çocukluk anısı gibi. Sadece şu veya bu zamanda içinden geçmişim, ama şimdi de geçiyorum hem şimdi de hasıl olan bir sonrası var. Ee sonrası, sonrası işte orada, neye varacaksam orada olacağım, bir iki memnuniyetsiz ve erken gelmişlik dürtüsüyle savsaklayacağım ama alışacağım bu duruma. Evdeydim, başımaydım, çaresizliğimi ve keyifsiz bir hüznü alıp dışarı çıktım. Keyifli hüzünleri alıp dışarı çıkmak için biraz bu keyifsiz hüzünleri yaşamam gerekiyor, bu keyifsiz hüzünler denilen yolun yolcuları taş veya toprak yoldan buraya varacaklar oluyor, şimdi ayrımsamaya başladım. Keyifli hüzünler hep suyun üstü oysaki. Gene bir rüzgâr esiyor işte. Keyifli hüzün mü dedik, yok yok bir seyyare hüzün. Hüzünlerin huyu kurusun hep böyle, bir sonraları, bir sonrası, bir sonrakisi var. Sonrakileri en mühimi seyyariyelik için. Tutunmak mı lazım kaçınmak mı, cevabı uzak bir hüzünden gelecek öğüde de bağlı olmayacak. Sadece dupduru ayırtedilmeyi gerektiriyor. Yaşam için yaşlıca şeyler gibi bunlar. Ama pekâlâ bir müziğin duyumsanmamış, tercüme edilmemiş hali gibi.

Hem coşkun hem özgün, hem de seyyar! Seyyar ama yaşlı bir hantallığı var. Hüzün, hantal bir zamanda seyyariyelik yapıyor ve buna rağmen kapı numarası yok, kaçak yaşıyor! Keyifli hüzünleri, suyun üstündeki keyifleri falan yaşamam lazım. Ama evvela bir seyyar hüznü düş edinmek lazım. Düşünce denilen araçla bunu yapabilirim hem dışarı çıkmamışta olurum. Ama dışarı çıkmak falanda korkusuzca, yiğitçe şeyler olmalı. Ayrımı iyi gözetmek zorundayım, biraz hesap kitap iyidir, vergi ödeme zorunluluğum falan yok ama düşünceyle falan hep maliyeliğim. Düşünceyi ortağımla kullanıyorum, kayıt/hukuk işlerinde ortağımın ismi var, maliyeye gitmek zorunda değilim, ama ortak yükümlülüklerimiz var. Kazalarda, yükümlülüklerden feragat edince gecikme borcu falan ödemiyorum ama. İşte seyyar bu düşünce, biraz kaçak yaşayan bir şey. Ben onu yakalıyorum, o beni yakalıyor. Aramızda sözcükler zabıta görevinde, bazen görmezden geliyorlar öfkemi veya neşemi…ama dostlar nihayetinde hem onlarda seyyarlar, yakınlık veya ilişki nahanda böyle kurulmuyor mu, “neyi seviyorsun”, “nereye gidelim”, “kaçta buluşalım”, “kaçta çıkalım”, “akşama ne yiyelim”, “çıkınca ne yapacaksın”, “bu sene nereye tatile gideceksiniz” Ama bir gecikme borcum var ki, öde öde bitmiyor geçmiş zamanın düşünce borcu, adı üstüne geçmiş zamanın düşünce borcu, önceden düşünmeye çalışıp kenara atmışım, bir de geleceğin düşünce borcu çıkarsa karşıma hepten bitiğim, seyyar hüznümü alıp maliyeyi mesken tutarım…yanıma eski filmlerden kalan bir iki benzin -vidonlu olanlarından- alırım. Belki de benzin zannettirip içine su doldururum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder