Kemal Varol - Haw, İletişim, Ocak 2014 |
Gecikerek okuduğum bir kitabın şaşılası yanını (Ocak 2014/Nisan 2014 ve yeni 3.baskı Aralık 2014), "uçkurunu" anlatmak bir okur-borcudur. Bunu hangi sebeple yapayım sorusuna bir cevap aranmadan, kış mevsiminin çetin olduğu, dışarıdaki soğukluğun içeride sıcağa eritildiği bir sobanın kenarındaki koltukların birinde oturarak (aslında bunun asıl mahiyeti bir minderin üstünde oturmaktır da, neyse!), sobanın üzerindeki yemek veya güğümlerin içinden kaynamış su olduğunu duyuran çoğul bir sessizlikte yapılır, hiç alışılmadık şey varlığın tedirginliğinde sessizliktir: en çok da modern zamanların aksine alışılmadık şey sessizliktir/veya sessizlik alışılmadıktır; başka bir bahisle çoğul değildir. “Su kenarı yalnızlığı”? [Turgut Uyar] Sonra üzerinde oturduğum/ortam sözcüğünün altında, kitapta yolculuğu yapılan ama bir süre sonra da farklı bir duraktan bir okur olarak benimde bineceğim bir yolculuk hayaliyle yapılır. Bir kitap, bu gibi saiklerle okunur en çok da. Bir kitap en çok da kendi biriktirdiklerini taşıyıp taşıyıp bu sobanın yanına bırakmasıyla da okunur, neşeyle veya “öğrenilmiş çaresizliğin” keyfiyle okunur; en çok da keyifli bir hüzünle okunur. Bu öğrenilmiş çaresizlik/romanında “Haw”ın maksadı yaşayıp giden, dolanıp duran bir şehirliyi, mecburi bir seyyariye sahibinin/köpeğin gözünden, zaruretinden ve kıymetinden, anlatmasından geçer. Dolanıp duran gündelik çoğunluğun/seyyariye bir çoğunluğun anlatısı, belki de hiç olmayan bir çoğunluğun nasıl üretildiğinin anlatımı vardır Haw’da. Çokluğu ve onunla terk edilmişlik anlatılır Haw’da. Bir şehri şehrin kendi gözünden, gündüzünün ayrı gecesinin ayrı, kendi yazgısının apayrı olduğu anlatılır. En çok şehir anlatılır, maksatlı-yazgılı bir şehir. Ve şehre özgü seyyariye hikayeler anlatılır. Şehrin karanlık çoğunluğunun müdavimi olan köpek anlatılır, ama bir insan gibi, insanın gözünden.
Gene insanın kendi “öğrenilmiş çaresizliğinden” anlatılır. Bu öğrenilmiş çaresizlik hattının bilgiyle çetin bir mübadelesi ve yer yer müşahedesi söz konusudur. Gecenin, geceliği/gündeliği olarak “Dışarıdaki gece” veya “barınaktaki gece” nasılda birbirlerinden ilgisiz bir gündeliktir öyle. Sonra burayı kolaçan eden zaman kavramının geriye veya ileriye “fırlatılmışlığı” da bu içerisi ve dışarısını ayrılaştırıp/aynılaştırmasına dair hünerde gizlenir, dışarıdaki soğuk içerideki sıcakla eritilir, geçmiş ileriye bakan bir soğukkanlılıkla eritilir: Zaman çok garip bir şeydir. Geriye doğru sayıldığında başka, ileriye doğru saydığında başka geçer. Tam bu aralığın anlatımı vardır Haw’da: peki, şimdi denilen olay mahallinde neler oluyor, oraya “bilir kişi” olarak intikal etmeden önce yaptığımız/kontrol edemediklerimiz: bizim dışımızdaki ama üzerimizdeki şimdi’nin “sarandünyası” nedir? Şimdi ve burada olmanın öğrettiğiyle/memnuniyetiyle, şimdi ve burada olmamamın memnuniyeti?
Bir köpeğin kendi hır güründen/harala gürelesinden “toplumsal eşitsizliği” de anlarız, (ki Bryan Turner, bütün sosyolojik çalışmaların eşitlik/eşitsizliğin gözetimi olduğunu söyler.) ne de irkildim şu bahis karşısında Öyle kolay değildi başkasının çöplüğünde eşinmek. Sonra, Yoksulların çöpü az olurdu çünkü’ye varana kadar boşluğu hissederiz. Köpeğin hafızası var mıdır bilmem, ama hafızayı boşluk olarak kuran ve dolayısıyla boşluğun ürpertisini, tekinsizliğini hissedenin garip bir hafızası olduğunu hissederim, bilirim, kurgularım kendimce. Bu yüklübahisle “Haw” olanı biteni bir köpeğin harala gürelesinden anlatmak gibi hınzır bir fikrin tertibatıyla kurulmuş, bu bile onu güzel ve sözü edilesi yapıyor. Haw belli bir mesafe kat edince toplumsal eşitsizliğin raslantısal olmadığını da gösteriyor gibi, bilinidir/basılıdır: dünyaya hep aynı açıdan bakmış olmanın bıkkınlığıyla, diye devam eden varlığı çekiştirmek, iyiye işaret değil midir ki?
Toplumsal emeğin/kolon emek taşıyıcısı olan işçinin, kendi boşluğu olan işsizlikteki hafızalı bakışı her dükkana, her alımlama nesnesine kalımlı selamını bırakabileceğini gene hissederimdir. Hissetmesem bile ileriye doğru bir zamanın yelkenlisinde müşahede etme ihtimalim vardır. Bu istikamette bir ürpertiyi/zamansız ürpertiyi köpeğin kendi hırgüründen/harala gürelesinden müşahede ederiz bu kitabın açtığı/açma ihtimalinin oluştuğu istikamet boyunca. Bir kitap en çok da kendi mevsiminin meyvesi olan çiçeklerden çok, yaşama alışmayı, yaşam karşısında henüz az bilmişliğin iyi olduğunu öğretir. Kitap ilkokul/lise/hatta üniversite öğrencilerine denildiği gibi “iyi konuşmayı” öğretmez, iyi konuşamamayı öğretir. Ama bu kitap bütün bu okur-yazar hattının dışında buruk konuşmayı, ihtimali öğretir...Haw’da bunun hüzünlü varlığı çokçadır. Belki bir istek veya öneri kabilinden geçerse diye. Bütün bu hikayenin, aşamanın, hangi gözlemlerin, hangi dudak bükmelerin, hangi boşluk veya dolulukların ürünü olduğuna dair son kısımda sosyal bilimcilere yardımcı olacak ve de özellikle edebiyatı sosyal bilimsel bir mecra olarak müşahede edecek bir kaç randımanlı bilgi/abstract-özet olsa fena mı olur? Gerçi bunu yapmak bir noktada çok fazla açıklık anlamına da gelecek ya, olsun, bir düşünmek gerekir?
İnsan kendini mahcup hissediyor bu anlatı ve kitap karşısında. Evet, çoktandır ayırt etmekteyiz ki buradaki anlatı söylemsel bir anlatı değil, doğrudan sessizliğin çok sesliliğini anlatır. Sosyal bilimlerde kent-şehir çalışanlara açık bir davet, bir köpeğin kendi anlatısı, biraz da böyle bakabilmeyi öğrenebilmek için...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder