Bıraksalar bütün bir tarihi edebiyatla karşılayabilirim. İnsanın
bulunulmuşluğunu sözcüklere yaslayarak anlatma hüneri ve kararlılığı gösteren
edebiyat hem kendi içinde hem de kurgusu içinde bir olmaklık mücadelesine ait.
Bütün bir tarihi edebiyatla anlatamayız ama bütün tarihsel olayları edebiyatla
anlatabiliriz, bunun için tarihçi veya sosyolog olmaya gerek yoktur. Edebiyat
kendi gür sesini kendi kurgusunda, kendi düşünde, kendi gerçekliğinde icat
eder. Dolayısıyla tarihsel bir ahvâl olarak nesnesi, tarihsel olarak
bulunulmuş, benim dedeleriminin “talebe” dedikleri benim ise “öğrenci” dediğim
sözcüklerdir. Dedemin dedeleri “müteallim” diyordur belki de, onu henüz
bilmiyorum. Bu başlı başına iyi bir şey, sözcüklerle anlatabiliriz tarihi,
edebiyat zaten sözcüklerden kurulu bir köşe.
Talebe de diyebilirim, müteallim de diyebilirim, öğrenci de
diyebilirim, bütün bunlar neyi düşündüğüm, neyi anlatmaya karar verdiğim
noktada özgünce seçeceğim sözcükler olacak ve tabii bir öğrenci hikâyesini-kurgusunu anlatacağım bütün bu süreç
boyunca, pekâlâ bu üç sözcüğü kullanabilirim, uzunca bir havuzun içindeyimde
bir kuluç mesafesinde kenarlarda limonatam duruyor gibi. Bütün bir kolaylığı, eskiden mahallerde sıklıkla gezen, şimdiyse gene duymama rağmen oldukça azaldığını düşündüğüm “ovarlok yapılır, ovarlokçu ayağınıza geldi” mesleğinin alın teri olan cümlesini karşılayabilecek kadar yanıbaşımda. Edebiyatla bütün bu süreci kolaylaştırabilirim, sözgelimi ayağınıza geldi cümlesini bir saygı, itibar olarak görebilirim. Görmeyedebilirim, ama durup dururken ayağıma gelmiş oluyor ovarlokçu, “ne haddime” de diyebilirim, “ulan ne ayağıma gelmişsin işini gücünü satıyorsun işte” de diyebilirim. Ama ovarlokçunun burada edebiyat yaptığını söylemiyorum, herhangi bir sözcüğe görev yüklediğini söyleyebilirim, “ayağınıza geldi” sözcüğünü (iki sözcüğü bir bütün olarak düşünmek lazım bu kurguda) kendi mesleki kategorisinde rehin aldığını söyleyebilirim ancak. Peki bütün bunlar, bu süreç ne anlatıyor bize, ovarlokçunun “ayağınıza geldi” sözcüğü mahallelinin ayağına kadar geldiğini söylüyor, onlara hizmet için “ayağınıza geldim” diyor, ama kendi işini satabilmek için ayağınıza gitmesi gerekiyor, bütün bu düşünsel süreci düşünüyorum mesela, anlatmak için adayım, dikkatimi çekiyor, hem “ayağınıza geldim” diyor, saygı-itibar gösteriyor hem de malını satmaya çalışıyor. Her iki taraf içinde uygun sözcükler gibi, zor veya cebir yok ama bir kıvrım var, onu diyorum işte, edebiyat yapar. Ama bu kadar basit ve geçişterebileceğimiz kadar kolay değildir. Bize olduğu gibi anlatmaz, ‘ovarlokçu geldi, halılarınız-işleriniz için burada’ da diyebilirdi, tercih etmemiş demek ki dersem ikna olmayacağım, bunu daha iyi anlayabilmem için taktik ve pazarlamaya dair bir ufkum ve ilgim olması lazım. Mesela babamın veya bir ustanın yanında pazarlamayı, müşteriyle kurulan diyaloğu, “malını satmaya” dair taktikleri “fırlamalıkları” öğrenmem hatta “kapmam” lazım. İyi bir satıcı olmam için bütün bunları yapmam lazım, evde durup duruken “ovarlokçu ayağıma geldi”, hiçbirşey sınırlarıma
girmemişken “ayağıma” gelen birileri dedim, edebiyat kitapları, roman, öykü,
anı okuyorum epey süredir, ayağıma gelmesi tabii ki ilgimi çekmeye başladı
artık, bütün bu ifade ve çerçevelenim sürecini düşünüyorum, düşünmek için
adayım artık ne de olsa; “İki kitap okudun adam mı oldun” sorusuna muhatap
olacak kadar kitap okudum artık, adayım. Ama belli ki buradan kendimce makul
sonuçlara ulaşmam çok güç, başka şeylerlede ilgili olmam lazım, işlerin nasıl
yürüdüğünü anlamam lazım, hiç kitap okumadan önce buna kafayı takmıyordum, o
zamanda “ayağımıza geliyor”du, ama artık takmış bulunuyorum, ilgimi çekiyor
bütün bu olup bitenler, artık bütün bu süreci anlamam lazım, bunların hepsi
edebiyat kitapları okumakla başladı. Ama artık edebiyat yetmiyor, sosyoloji,
psikoloji, felsefe, çok sonraları antropoloji, etimoloji, iktisat, tarih, vs hepsi
ilgimi çekiyor, ancak onlarla bütün bu süreci anlayabilirim. Adaylık sürecini
yeni yollar ve katmanlarla hızlandırıyorum artık. Katılım işlemlerine dair
evraklar zihnimde hazırlanıyor.
Edebiyat olmadan onlara hemen geçemezdim diye düşünüyorum, edebiyat
biraz daha yayılarak ve geniş bir ovadan düşünmeyi öğretiyor. Biraz estetik
katıyor bütün bunlara. Ama bu estetik olayında etik olanı gözardı ettiğini de
görebiliyoruz. Ama bütün o süreci çözmem gerekir mesela, burada etiğin mi yoksa
estetiğin mi olduğunu, yoksa her ikisininde bulunma niteliği mi taşıdığını,
hepsini anlamam lazım. Bütün olan biten uçurtmanın ipini tutan kişinin elinde,
uçurtma havada, kendisi yerde, o zaman aynı sokaklardan geçmişiz diyebiliyorum.
Aday süreci hızlandığı gibi, analiz sürecide hızlandı.
Burada
sosyoloji diyecek ki, o adam ekmeğini çıkarmak için ayağınıza geldim diyor, sınıf
ilişkilerini, stratejileri biliyor. Öte yandan zengin caddelerinde (ki onlar
mahalle demezler artık, orası caddedir) ovarlokçunun dolaşıp dolaşmadığına, bu
işi yapanların kimler olduğuna, bu işin müşteri ilişkilerine, tarihe, sayıya,
hemen hemen bir çok olaya bakacak. Psikoloji diyecek ki bilinçaltıyla,
“sübliminal” düzeyde top çeviriyor. Felsefe diyecek ki, bu işte bir şey var. İktisat
“alın verin ekonomiye can verin” diyecek. Edebiyat ise bütün bu ilişkilerin
nasıl adlandırılacağına dair bir kurgunun içinde, lafı bir düz bir terse
çeviriyor, ama aynı zamanda itibarda gösteriyor, zorlamıyor.
Bütün bunları edebiyata yakın bir olay mahallinde düşündüm, oysa
düşünce denilen evrensel sevk ve idare yönetiminin [ki bu baya bir mesafededir]
kendi kurgusuyla girişebileceği bir işte aynı zamanda. Bütün bunları
ayrıştırabilmem, anlayabilmem için edebiyat sevk ve idare yönetiminin, emir
komut zincirinin satış elemanı olarak ovarlokçu karşımda, bütün ilgimi çeken,
fikrimi harmanlayan şeylerle henüz kavrayamadım olup biteni. Edebiyat yetmiyor
o zaman bütün bunları anlamaya gereğim çoktandır vardı, artık olayın ne
olduğunu ayırt etmem gerekir, demek üzereyim, felsefe okumaya başlıyorum,
Spinoza söz gelimi. Duygudan söz ediyor, edebiyata yakın bir alan, eyleme geçme
kudreti [potentia agendi] gibi bir kavram öneriyor, neşe veya keyif bu kudreti
arttırıyor, keder ise azaltıyor diyor Spinoza, ayağımıza gelmiş olmasına
keyiflendim, ama param olmadığı için kederlenmeye müsaitim. Ayrıca, ya da
keyfimi kaçıran bir sesle bağırıyor ovarlokçu. Ya da, daha önce ovarlokçularla
karşılaşmalarım oldu, tekinsiz insanlar diyorum, güvenim yok onlara Bütün
herşey durup dururken etki alanıma girdi diyor Spinoza bu olayda, ne gerek
vardı bütün bunlara. Param olmadığı için iştahım, keyfim, eyleme geçme kudretim
azaldı, ama buna rağmen ovarlokçu ayağınza geldim dediği için de eyleme geçme
kudretim, keyfim arttı. Olay kendisini biraz daha açık edebilmesi için
“ensesini gene karartıyor” felsefenin tam olarak “bir dahası”na olan merak
gibi, “bu işte bir şey var”ı sorma kudretine en çok bu alan sahip. Benim
muhitime yerleşmiş, birer mahalleli olarak önceleri cam işçiliği yapan koskoca
Spinoza bu olaya çözüm bulamadı, kendimce bir yere koyamadım. Edebiyat ve
felsefeden sonra sosyolojiye bakmam lazım, ora ne söylüyor diye. Sosyolojide
Bourdieu diyorum, hem ovarlokçunun onların evinin oradanda geçmesi mümkün bir
isim, ailesi Fransa’nın güneyinden, babasının önce çiftçi sonra memur olduğu
BEARN’den ama aynı zamanda ülkenin en iyi okulundan. Diyecek ki senin habitusun bütün bu karmaşıklığa müsait, dolayısıyla senin habitusun bütün bu süreç boyunca meşgul olmaya, kontrpiyede
kalmaya müsait, işin içinden çıkamazsın, ya görmezden geleceksin ya da maruz
kalacaksın, görmezden gelemezsin çünkü senin evinin yanından geçiyor, senin habitusunla ortak ve ilgili. Şikayet de edemezsin, insan
benzerini nasıl şikayet etsin, aynı ortak özelliklere sahipsiniz. Sen diyor,
öyle bir alanın içindesin ki buna maruz kalmak zorundasın, ilgi
göstermek zorundasın, çünkü bir gün o’da olmayacak. Ekonomi de diyecek ki, sizi
kentsel dönüşüme tabii tutalım buradan kurtulun, sizi lüks 8 katlı apartman
dairesine yerleştirelim, dolayısıyla “alın verin ekonomiye can verin” ya da.
Ekonomi bu anlamda Bourdieu’nün iç geçirme problemini destekleyecek
müşterisinin gözünde. Psikoloji diyecek ki sizi birkaç seansa tabi tutalım,
bakalım neymiş bu problem. Ve olayları şaşırarak izleyecek.
Edebiyat okumasaydım bütün herşeyi kendimce kurgulayamayacaktım,
dolasıyla öğrenci diyecektim, müteallim veya talebeye ne gerek var demiş
olacaktım. Oysa ki artık her iki sözcüğü de biliyorum, bunlarla bir şey
anlatabilirdim ama ovarlokçu durup dururken “ayağıma geldi”, ne haddime dedim,
niye dedim, felsefeye gittim, oradan bulamadım sosyolojiye gittim, oradan
bulamadım, ekonomiye gittim. Olay yerinde cereyan eden herşeyi yokladım ama
başlangıcı edebiyat yaptı, “ayağınıza geldim” diyerek itibar gösterdi, “adam
yerine” koydu beni, ama malını satmanın derdinde bir o kadarda…bunu “iki kitap
okudun da profesör mü oldun” sorusunun muhatabı olduğumdan önce merak ettim.
Bütün bunları hafızamda
kurgulayabilmem için öyle veya böyle bir edebi meşgaleye sahip olmam lazım. En
önemlisi de bütün bunları kendimce, kendi zihnimde kurguluyorum, kimse
bulaşmamış, kimse dayatmada bulunmuyor, ders, not hiçbiri yok, bir süre sonra
bunları anlatabilirim, kendi zihnimdeki kurguyla, mesela ovarlokçunun yanında
satış yaparken küçük oğlunu bulundurduğunu, evinde kirada oturduğunu, adamın
küçükken babasının öldüğünü, karısının evini terk ettiğini falan, ondan öncede
çok uzak yerlerden buraya 14 yıl kadar önce geldiğini kurgulayabilirim. Büyük
oğlu okulda çok başarılıda olabilir, ona babası “müteallim oğlum” da diyebilir.
Kendimce zamanı üretiyorum bütün bu süreç boyunca, çocuğu başarılı yaptım, ama
istiyorumda çok başarılı bir öğrenci olsun okulunda, ona bir isim veriyorum,
mesela Olcay diyorum, ama gerçek ismi Osman. Çok sonraları hem iyi bir işveren
olacak hem de iyi kitaplar yazacak, aynı zamanda babada olacak o çocuk.
Yaşadığı zorlukları bildiğinden yoksul olanlara yardımcı olmaya özen gösterecek
bu konuda ehemmiyetli sözler söyleyecek, başkaları onu dinleyecek. Zamanı
üretiyorum, hem edebiyat yolu ile kendimin hem de Olcay’ın.
Hayat bu sebeple berdevam, edebiyat sayesinde…Kendimce
cevabını, nitel anlamda edebiyatla bulabiliyorum, kendimce ama nicel anlamıyla
diğer alanlarla ortaklaşarak bulabiliyorum, yetmiyor, “karpuzcu” geçiyor, ona
da bakmam lazım… Bütün bunlardan münezzeh olarak illa birilerinin geçmesi
gerekmiyor, bu niye böyle, ben niçin buradayım sorularına cevabı edebiyatla
uzlaşarak verebiliriz. Cevap vermek edebiyatın işi değildir ya, bütün bir
olayları anlatır edebiyat, olaylar seyir halinde gelişir, ama aynı zamanda
temaşa edilir, yaşanır bütün bir olaylar. Bilmediğim, ilgimi çeken bir yaşamı
edebiyatla anlayabilirim. Edebiyat kendi sınıf ilişkilerini kurduğu gibi sınıflar
arası ilişkilerini de kurar. Herhangi bir meselenin bakış açısı olarak
edebiyatı işe koşturmak, işin içine her daim estetiği, keyfi katmak demektir.
Ama etik ve ahlaktan SOS vermemek kaydı ile yapmak lazım bütün bunları.
Edebiyatla bir öteye vardım, öteden memnun olmayıp beriye vardım, su
başındayım, bir piknik yerinde veya, çocuğumu ilk kez okula kayıt ettirmek
üzereyim. Sevincimi veya hüznümü çoğaltıyorum, paylaşarak yapıyorum bütün
bunları…
Zamanı zamanlararasılıkla düşünüyorum....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder