8 Aralık 2014 Pazartesi

“Herkesin Bildiği”nden “Kimsenin Bilmediği, Hepsi Diyarbakır”a



Yaşar, gezer, sever, izler ama en çok da mimar, sanatçı, yazar Mehmet Atlı’nın (ki ben kendisini bu kitapta bahsini açtığı yazılarıyla tanımaya başladım, sonra da “Karanfil Ekermisin”le de, siz de tanıyın isterim) Eylül 2014’te İletişim Yayınlarından baskısı yapılan kitabına dair bir sezer-yazar tanıtımı yapacağım. Çok keyiflendim okurken, düz bir Diyarbakırdansa çingenesine, muhacirine yer yer herkesliğine yer yer kimsesizliğine değen yazılar okudum, keyif denilen teşgaleye (Van da böyledir bu sözcük) dam oldum. Bazen susar-gezer-yazar-eder de dedim Atlı’ya.
Neyse ki, bunu çok da diyemedim. Sürdür-ül-mesini isterim bu bahsin, mesela bunun İstanbul’unu, Ankara’sını okumak? Yazı böyledir, kış mevsiminde bile özlenilen bir yazı erken getirir. Özlem ve yazı bir seyyariye zamandadır. Geçenlerde Birikim’in 307. sayısının çoğul konusu “Edebiyatta Kürtler”di. Murat Belge’nin Kürt edebiyatına dair yazdıkları mesela sürekli benimde aklımdan çıkmayan bir hazır ve nazırlıktayken. (Başka türden bir bahisle sosyolojik atışma ve tartışmalarda Bourdieucü anlamda ekonomik sermayeye diş gösteren kültürel sermayenin üretimi, yayımı, basımı, tasımı, yaşı nedir, nerededir’i?) Benim aklıma Atlı’nın dili, heyecanı düştü. Sonra birden çokluğu; sanatçılığı, mimarlığı, “akademik-atletli” oluşu ve henüz dalından düşmeyenleri de düştü. Onlardan kimi düşerken, kimisi de düşe düşerken tutup da bunları yaza-düşe çıkayım istedim. Dosyanın o sayısındaki yazılarda edilen mevzuların sorusu düştü, aldım hepsini Atlı’yla düşünmeye başladım. Edebiyat ve Kürtler dosyasına, buna ufak bir cevap-öneri diyeceğim geldi. Sonrasında Sosyoloji bölümlerinde çiğ bir yabancılığın etrafındakiler/tanık olduklarım düştü, başıboşluk düştü, kendine ve sosyolojiye bile yaban bir yabancılıkları düştü, sonrasında tekrar sordum Sosyoloji ve Kürtler, Edebiyat ve Kürtler diye, jenerasyon sözcüğünün kendinde bile bir akışkanlık, seyyariyelik barındırdığının bahsi düştü. Yer yer çıkamadım, ama Mehmet Atlı’nın heyecanı bunların hepsinin önüne düştü, ben de onun peşine düştüm.

Sevindim, sevdim. İz verdi, sır verdi kitap, işte bunlara dair bir teşgalenin içindekilerden taşan dışındakilerin ne olduğunu önce ifade edeyim. Kitap evvela “herkesin bildiği kimsenin bilmediği” bir alt başlıkla Diyarbakır’ı anlatıyor, aslında Atlı sadece Diyarbakır’ı anlatmıyor, yer yer bahsi geçtiği ve benimde öğrendiğim üzre/”Diyarbekira Reş”, “Diyarbekira Xopan”, “Diyarbekira Şewitî”=Kara Diyarbakır, Viran Diyarbakır, Yanmış Diyarbakır’ı anlatıyor, yerinden, zamanında, bir mahur beste vaktinde veya horozun ötüşüne hazır bir seher yelinde. Yer yer kimsesizliğinde yer yer herkesliğinde. Anlatıyor da anlatıyor. Memleketliliğe has bir kavuşma hürmetiyle anlatıyor, “telefonda az mı ekmeğimizi yedin, şerefsiz” diyen Siti Ana gibi olay yerine has bir titizlikle anlatıyor. Bu anlatının çoğu zaman melodisi türküler. En çok da kimsesizlik üzerinden herkesliğe kadar gidebilen sesler, sonrasında şehre dair en çok şeyin sesler olduğunu da anlatıyor. Dedim ya anlatıyor da anlatıyor. Yer yer nehrinin kenarından, yer yer kavganın içinden, yer yer dişinden, tırnağından anlatıyor. Bazen fotoğraflarla anlatıyor, mesela, kitabın kapağında da olan üç amcanın fotoğrafıyla, ellerindeki defterlerle birinin taburesinin altındaki erzak torbası diyeceğim ama yetmeyecek bir sözcükle, xurç’la (ama bu sözcük benim annemlerin kullandığından bildiğim kadarıyla daha çok çeyizlik-el yapımı eşyaları içinde muhafaza etmek anlamında kullanılıyor) anlatıyor.
“Kent hakkı” denilen meseleye el bile atmadan ama doğrudan içinden, pratiğinden, sessizliğinden anlatıyor, şehrin kendi söküğünü, terzisini, iyi top oynayan Vahit abisini anlatıyor. Sorarak ve yorarak anlatıyor, kimi kimi “küşe”sinden anlatıyor eee, olacak o kadar. “Kalesinden”, “surundan”; “nehrinden şehrinden”, hallerinden, halsizliklerinden.  
Nahanda şöyle anlatıyor, “inanmıyorsan ölç de bak”;

Ama şehir, seslerdir sevgili okur-dinler” demek ve bunu biraz açabilmek isterdim, doğrusu.
Şehir seslerdir. Vahşi ya da uysal; doğanın da sesler olduğu gibi. Denizler ve dehlizler, ormanlar ve çavlanlar, çöller ve göller, deltalar ve havzalar, falezler ve fezalar… Deryalar ve damlalar, ufuklar ve bulutlar, yüksekler ve alçaklar, haşerat, hayvanat ve her türlü nebatat gibi şehir de kimi ritimler, kimi seslerdir… ve/hatta/şehir, sevgili arkadaşım Faruk Duman’dan ödünç, güzel bir ifadeyle söylersem, “seslerde başka sesler”dir: İnşaatlar, tesisatlar, seyahatlar, safahatlar… Beyanatlar, ifşaatlar, cerahatler, cinayetler… Teşkilatlar, tevkifatlar, talanlar, tasallutlar… Mücadeler mübadeleler, müdahaleler, müzakereler.”

Hiç şüphesiz burada suya yazılan sözcüklerin her birinin farklı kılıkları, bireysellikleri-yatay ve dikeylikleri şehrin bir yerinde usulca veya usulsuzca yapıla-durur. Şehir en çok bunların olduğu bir yerdir demektedir Atlı, o kendine haslığıyla, başka başka yerlerdeki yazılarında olduğu gibi “gösteririm ama vermem” diyen genç bir atletli oluşuyla. En çok da heyecanla ve incitmeden. Hatta sırf düşünür-yazar, taşarlığıyla değil de bizatihi eksikliğiyle, serden ve yardangeçtiğiyle de anlatır, okur-görmez ise de ağladığını hisseder:
“Semboller öne çıkar ama görünmez olur, “Karpuzu ve surları ile ünlü yöremiz”e takılınır kalınır da mesela, karpuzun tarihini yazmak akla gelmez ya da bu gibi şeyler önemsenmez.”
/ Şehrine kalkan balığına benziyor kelamı üzerine;
Acaba Dicle Nehri’nde hangi balıklar var? Balıkçılık ve şehir nasıl bir tarihi seyir izlemiş?”de diyebiliyor, atletik-akademik oluşuyla.

Her kitap böyle olsa, hatta ben bile böyle yazabilsem diyesim geliyor, “seviyorum merkez” En çok da “okur-gezer; okur-sezer; okur-göçer; okur-dinler”ini sevdim, çok sevdim. İletişim’in “Memleket Kitapları” dizisinden “Taşraya Bakmak”tan sonra çok sevdiğim, belki de bu sevmeyi allayıp pulladığım bir sevginin keyfi, yer yer hüznü olsun, burada geçenler, geçmek üzre olanlarla.

Mehmet Atlı’nın kendiliğine dair: “Buradan Bir Atlı Geçti




Bu yazının içinden geçenlerin bir kısmı Şurada görünür kıldı kendisini.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder